Cenab-ı Hak tüm mahlûkatı insanoğlunun emrine vermiştir. Kâinatta Tanrı’ın yarattığı her varlık ya bizzat yada dolaylı olarak insana hizmet etmektedir. İnsana düşen de bu varlıklardan Yaratıcısının gösterdiği ölçüler çerçevesinde istifade etmektir.
İnsan yeryüzünün halifesi olarak yaratıldığından, sair varlıklarda tasarrufa yetkili kılınmıştır. İhtiyacı olduğunda bitkilerin ve ağaçların meyvelerini alıp yediği benzer biçimde, hayvanların da et, süt, yün ve deri benzer biçimde nimetlerinden faydalanmaktadır. Hattâ yeterli hayvanlardan daha başka maksatlarla da istifade etmektedir. Kediler, zararı olan haşerelere karşı evin bekçisi olduğu benzer biçimde, köpekler de hırsız ve yırtıcı hayvanlara karşı sürülerin bekçiliğini yapmaktadır.
Kuşların bir kısmı mevsiminde avlanarak yenildiği benzer biçimde, bazıları insan yaşamını ses ve süsüyle renklendirmektedir. Bülbül, kanarya benzer biçimde kuşların ses ve görüntüleri insan zevkini okşamaktadır.
Hayvanların insan hayatıyla olan bu yakınlığı içindir ki, Kur’ân’da birçok sûrenin adı hayvan isimlerinden seçilmiştir; Bakara (inek), En’am (davar), Nahl (arı), Ankebût (örümcek), Fil, Neml (karınca) sureleri…
Şu âyet-i kerime de insanoğlunun hayvanlardan istifade etmesine açıkça işaret etmektedir:
“Hayvanları da O yarattı. Onlardan sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. Sizin için onlarda ek olarak akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken bir güzellik (bir zevk) vardır. Atları, katırları ve merkepleri binmeniz ve süslenmeniz için (yarattı). Tanrı şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.”1
Görüldüğü benzer biçimde hayvanlar insanların hizmetine verilmiş, onlara hem bir binek, hem bir besin, hem de eğlendirecek, tanışıklık edecek bir süs olma vasfı verilmiştir.
Bu izahlar ışığında bülbül, muhabbet kuşu ve kanarya benzer biçimde kuşların kafeslerde beslenmesinin ve evde süs olarak bulundurulmasının bir mahzuru yoktur. Sakınca, hayvanlara zulmedildiği noktada kendini gösterir. Şu sebeple canlılara eziyet etmemek, acıma ve şefkat etmek dinimizin bir gereğidir. Kafeste yaşamaya alışmış kafes kuşlarını beslemek ise onlara bir zulüm sayılmaz.
Nitekim bununla alâkalı bir hadiseye Asr-ı Mutluluk’te rastlıyoruz. Şöyleki ki:
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) hizmetinde bulunan Enes bin Malik’in annesinin evine ara sıra giderlerdi. Hz. Enes’in minik kardeşi Umeyr’in bir kuşu vardı. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) çocuğun gönlünü hoş etmek için “Kuşcağız ne oldu?” diye lâtife ederdi.2
Bu hadiseden de anlıyoruz ki, kuşu hapsetmek caiz olmasaydı, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ne olursa olsun onun özgür bırakılmasını emredip, bu fiili yasaklayacaktı.
Bununla birlikte, kuş dahil, hiçbir canlıya eziyet etmemek icap ettiğini ve yaşam denilen en kıymetli sermayeyi inanç hakikatleri ile meşguliyet ve tefekkür benzer biçimde daha ciddî ve semereli meşguliyetlerle geçirmek, bu hakikatlere zarar verecek malâyani şeylerden kaçınmak lâzım geldiğini de unutmamak lâzımdır. Ek olarak, domuz haricinde tüm hayvanların alınıp satılması caiz görülmüştür.3